Τετάρτη 24 Ιουλίου 2013

Muhafazakâr Demokrasi’nin Parti Kimliği: Başka Bir Türk Modernleşmesi Mi? (2)





24 Temmuz 2013

11 Eylül 2001 sonrası uluslararası ortamda iz bırakan gelişmeler, sonuçta dünya çapında daha geniş teorik arayışların teşvik edilmesi yönünde de çok önemliydi. AKP’nin ideolojik kimliğini somutlaştırmaya çalıştığı bu dönemde, ortaya çıkan yeni durumda İslam’ın pozisyonu hakkındaki tartışmalar dünyanın başka yerlerinde de doruğa ulaşıyordu. Söz konusu dönemin hâkim anlayışlarından biri, aynen Batı’da olduğu şekilde, şehirleşme, sanayileşme, sekülerleşme, teknoloji ve medyanın gelişmesi gibi süreçlerin içinde yer aldığı “birleşik paket” halindeki bir modernleşmeyi istiyordu. Bu çerçeve içinde, modernleşme demokrasi için önkoşulu teşkil ediyordu ve bunun süreçleri batı kaynaklı “birleşik bir paket” olduğuna göre demokrasi, özgürlük, insan hakları gibi değerler İslam ile uyumlu değildi. Sadece ve mutlak olarak batı standartlarındaki “monolitik” bir modernleşme süreci teorisi aşamalı bir biçimde yara aldı ve zamanla üzerinde kuşku duyulur hale geldi.

Dünya çapında (ve İslam dünyasında) kapitalist kalkınmanın genişlemesi ve yaşamın tüm alanlarında İslam dininin güçlendirilmiş varlığı gibi iki temel gelişmenin bileşimi İslam’ın neoliberal küreselleşme sürecine engel teşkil etmediği yönünde başka bir entelektüel grubun düşüncelerine katkıda bulundu. 21. yüzyılın başlarından itibaren, İslam’ın toplum içerisindeki yoğun varlığı gibi Türkiye’yi ilgilendiren sorunlar yoğun tartışmalara da yol açarak Fransa, Almanya ve İngiltere gibi ülkelerde de gözlendi. İslami başörtüsünün ve camilerin Avrupa başkentlerindeki varlığı, pek çok Batı şehrinde Müslüman ve Hıristiyan Avrupalıların kamusal ve özel sektörün aynı binalarında birlikte var olması ve ortak faaliyetleri bu yeni tartışmayı tetikleyen öğeler oldu.

Neoliberal model temelinde kapitalizmin daha gelişmesi ve Müslümanların Batı’ya doğru hareketi, bu iki temel gelişme İslam ve demokrasi teorilerine modernleşmenin laikliği içermemesi hususunu ekledi. Örneğin Mısırlı yazar Ahmad Şevki El-Fencari, Ahmad Shanqi al-Fanjari Müslüman entelektüellerin eserlerindeki demokratik hak ve özgürlüklerin uzun bir listesini kaydederek, “Avrupa’da özgürlük diye adlandırılan şey, bizim dinimizde adalet (adl), hak (hak), danışma (şura) ve eşitlik (müsavat) olarak belirlenmiş olan şeylerdir. Çünkü özgürlük ve demokrasinin kuralları adaletin, halkların haklarının ve milletlerin kendi kaderlerini belirleme sürecine katılımının bir araya gelmesinden oluşmaktadır” sonucuna varmıştı. Bu durumda İslam, modernizmin temel değerlerini, burjuva tipi demokrasinin önkoşullarını içermektedir. Bu anlamda, bir “prototip merkez”, mutlak olarak Batı’da yansıtılan bir prototip arayışını modernleşme için temel konu olarak ele alan araştırmalar “bu merkezin kaydığı” görüşünü temel eksen edinen şüphelerle karşılaştı. Bu yaklaşıma göre, neoliberal küreselleşme “modernleşme merkezinin” kaymasına belirleyici olarak katkıda bulundu ve dolayısıyla İslam dünyasının bu sürece katılımı ekonominin küreselleşmesinden “Batı’nın özelliklerinin” çıkarılmasını (bunu başardığı anlamına gelmemekle beraber) talep etmektedir. Daha sonra Türkiye’nin 60. ve 61. hükümetlerinde Dışişleri Bakanı olan Profesör Ahmet Davutoğlu Batı’da “başlayıp bitmeyen” bir küreselleşme teorisini şöyle yorumladı: “Eğer bundan sonra uluslararası bir düzen oluşturulacaksa, küreselleşmeyle adaletli bir dünya oluşturulacaksa, burada her medeniyet havzasının bu yapıya katılmasının sağlanması lazım. Bunun için de din sosyolojisi, artık batıdaki sosyolojik yöntemlerin diğer toplumlara aktarılması şeklinde değil, diğer toplumların kendi dünyaları içinde anlaşılarak yapılması gerektiği çerçevesini sunuyorum. Mesela, eğer bütün dünyada felsefe, iktisadi, siyasi düşünce sahibi Eflatun ve Aristo ile başlayıp, Roma ile devam eder, Hıristiyanlıkla sürer ve son Reform, Rönesans ve Modernite hareketiyle biterse, bu belki eskiden sömürgecilik döneminde anlaşılabilir bir şey. Ama şimdi bunu bu ders kitapları formatında bütün dünyaya yayarsanız, bu fiilen batı dışındaki bütün medeniyetlerin, yani dünyanın dörtte üçünden daha fazlasının tarih dışına itilmesi anlamına geliyor…”.

Bu anlayışlar aşamalı bir şekilde başka liberal entelektüellerden de destek buldular ve modernleşme ile burjuva demokrasisinin yalnızca “Batı versiyonu” doktrini karşısında alternatif düşünce oluşturdular. Başkan Obama’nın Müslüman cemaatler nezdindeki özel temsilcisi olarak görev yapan, Keşmir doğumlu ABD vatandaşı Farah Pandith, “Müslüman olmak ile Batılı olmak arasında bir tercih yapmak gerekmiyor; İslam’la demokrasi iç içe var olabileceği gibi, bir insanın hem modern hem Müslüman olması da mümkün” demektedir. Bu karakteristik ifade Batı’nın bu konuda başı çekmesini şüpheyle karşılayan “alternatif” bir yenilikçilik ve modernleşme anlayışını fotoğraflamaktadır. Bu anlayışa göre, artık bir toplumda kapitalizmin gelişmesi için, toplumun batılılaşma sürecinden geçmesi şart değildir. Sosyolog Nilüfer Göle Batı’nın bir parçası olarak Türkiye’nin aynı zamanda kendi bölgesinde merkez bir ülke olduğunu ve İslami başörtüsünün Türk devletinin laik niteliği için tehdit teşkil etmediği örneğiyle, İslam dininin demokrasiyle normal bir biçimde bir arada var olabileceğini belirli bir bölgeye yönelik olarak Türkiye’nin kanıtlayabileceğini savunmaktadır. Dolayısıyla Göle’ye göre, sonuçta Türkiye “Batı dışı”bir modernleşme örneğini, yani “alternatif bir modernleşme” örneğini teşkil edebilir.
 
(devam edecek)

Nikos Moudouros



Δεν υπάρχουν σχόλια:

Δημοσίευση σχολίου